Ümmetçilik ile Çözülmeyen Mesele: Filistin!

Giriş

İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail'e başlattığı geniş çaplı saldırı sonrası, İsrail'in başlattığı kara ve hava operasyonları sonucunda ölü sayısı elli bini aştı. İşlenen insanlık suçları ve öldürülen kadın ve çocukları göz ardı etmek mümkün değil. Hangimiz, uykusunda öldürülen bebeklerin sonuna razı olabiliriz ki?

Okunması gereken tablo açık ve net ortadayken, parmak basmak istediğim nokta ise başka bir yer.

Gazze’nin Durumu: Taş Üstünde Taş Kalmadı

Aylarca süren fiilî işgal sonrası, geride taş üstünde taş kalmamış bir Gazze ve Filistin gerçekliği bulunmakta.

Peki, Aksa Tufanı Harekâtı'nın başladığı saatlerde, ümmet denilen topluluk bu meseleyi ne tarafından ele aldı, bir düşünelim. Aksa Tufanı başladığı andan itibaren İslam ülkeleri, bir ümmet bilinciyle değil de sanki tarafsız bölge devletleri konumunda yorumlar yaptılar.

Örnek olsun; Suudi Arabistan her iki tarafa da itidal çağrısında bulundu. Sanki yıllardır yakılıp yıkılan Filistin değil de İsrail topraklarıydı.

Roketler ve Mermiler: Her Birinin Bir Anlamı Var

Bu noktada belirtmekte fayda var: Herhangi bir sivilin ölümünü, kaçırılıp işkenceye uğramasını kesinlikle savunamayız. Ancak anlatmak istediğim şudur: Atılan hiçbir roket sebepsiz değildir. Her roket, her mermi ideolojiktir.

El-Kassam Tugayları'nın düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu sonrası, İsrail'in yaptığı operasyon açıklaması; bu açıklamaya ABD'nin verdiği destek ve akabinde başlayan kara ve hava harekâtı sonrası Gazze yıkıma uğradı. Çocuk, kadın, bebek, yaşlı, gazeteci veya uluslararası araştırmacılar ayırt edilmeksizin bombalanan Gazze'de bugün gerçek bir soykırım yapılmış durumda.

Ümmet Bilinci ve Çağrılar: Yekvücut Olmak Yerine…

Ümmete çağrılar ise yine aynı ağızlardan yapılmakta. İslam âleminin yekvücut olup İsrail’e karşılık vermesi gerektiği cümlesi de herkesin ağzında dolaşmakta.

Bu çağrıların iyi niyetle yapıldığını göz önüne alırsak, bir iki cümle kurmak zorundayız diye düşünüyorum. Kesin olan bir şey var ki, ortada bir ümmet refleksinin olmadığını belirtmek durumundayız.

Ümmeti Ararken Ulusu Kaybetmek..

Peki, “ümmet” ne durumda?

ABD’nin Ortadoğu’yu dönüştürme planı yıllarca tıkır tıkır işledi. Ortalıkta bir ümmet fikri olacaktıysa da ümmete ticari destek sağlayacak ülkeler, ticaret ve silah anlaşmalarıyla ABD'nin yanına çekildi. Direniş gösterme ihtimali olan, bağımsız karakterini koruyan devletler ise kriminalize edildi.

Gün sonunda; istikrarsız ve siyaset üretemeyen, bağımsızlık fikrinin ifadesini dahi yalnızca “antisemitizm” başlığına indirgemiş, yoksullaştırılmış ve idealsiz devletçikler bütünü olarak ortada kaldılar.

Arap Baharı ve Demokrasi Yanılgısı

Oysaki Suriye, yıllar yılı İsrail’in toprak bütünlüğünü tehdit etmiş; İsrail’in toprak genişletmesini tek başına bloke etmişti. Kaddafi ve Saddam, ABD'nin her planının önünde, Ortadoğu’nun zenginliğinin tepesinde oturup ABD’ye ahkâm kesmekteydiler.

Arap Baharı, adından da anlaşılacağı üzere Arap halkları için bir mucize oluverdi. Nasıl olduysa yılların diktatörleri birer birer düştü. Demokrasi yoldaydı; bu hareketlere neci olursa olsunlar destek verilmeliydi. Önce diktatör devrilsin, gerisine nasıl olsa sonra bakılırdı.

Düşen her bir bomba, bir diktatörü devirdi. Ama diktatörlerle birlikte, ulusal kimliği ve bağımsızlık fikrini de beraber götürmüşlerdi. Nasıl olduysa demokrasi, anlatıldığı gibi gelmedi. Vatandaşlık fikrinin yerini kabile anlayışı alırken; Ortadoğu ve Arap halkları, hasretle bekledikleri demokrasiden nasiplerini aldılar.

Ulus Olmadan Bağımsızlık Mümkün Mü?

Irak, Mısır, Libya, Tunus ve en son olmak üzere Suriye’de diktatörler gittikten sonra gelen demokrasilerin biçimi ve uygulayıcıları ayrı bir yazı konusudur. Burada değinmeyeceğim. Ancak bana kalırsa soru netleşmiştir:

Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Yemen’de Ali Abdullah Salih, Tunus’ta Zeynel Abidin ve en son Suriye’de Esad devrildikten sonra demokrasi geldi mi?

Bu sorunun cevabını bu yazıyı okuyan herkesin bildiğini düşünmekteyim.

Türk Kurtuluş Savaşı ve Ulus Kimliği

Türk Kurtuluş Savaşı’nın verildiği Millî Mücadele döneminde, toplumu son halkasına kadar birbirine bağlayan yegâne bağ Türk kimliğiydi. Topraklarımıza, dünyanın en azgın orduları ve bunların desteklediği çeteler saldırırken yapılması gereken yapıldı ve bir ulus inşa edildi.

Çünkü bağımsızlığın ilk şartı, öncelikle bağımsızlık isteyen bir ulusun olmasıdır.

Ulus Olmadan Devlet, Bağımsızlık ve Direniş Düşünülebilir Mi?

Bugünün dünyasında da denklem aynıdır. Ulus kimliği yok edilmeye çalışılırken; istikrarsız ancak “demokrat”, çoğulcu ancak etkisiz hükümetler kurulmakta; egemen devlet temsilcileri her konuşmaya ulus vurgusuyla başlarken, sömürge hâline getirdiği zavallı halklara ise ulussuzluk vaat etmektedir.

Bin yıllar boyunca, tarihin akışına yön vermiş ve birçok gelişmenin sebebi olmuş bir ulus olarak, dünya üzerindeki iyi veya kötü namımız her zaman dinimizden ziyade, Türklüğümüzden kaynaklanmıştır.

Yok etmeye çalıştıkları da her örnekte aynıdır: Ulus yoksa, direniş de yok.

Ulus olmadan Devleti,
Ulus olmadan Bağımsızlığı,
Ulus olmadan Direnişi düşünebilir misiniz?

Oğuzcan Aksoy